Ads Top

Çağdaş Bir Sivil Örgütlenme Modeli: AHİLİK

-->
Çağdaş bir sivil örgütlenme modeli:
AHİLİK


12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu'da kurumlaşmasını tamamlayan ahilik, günümüz şartlarında bile örnek bir sivil örgütlenme modelidir. Dini, askeri, siyasi, toplumsal ve kültürel fonksiyonları bulunan Ahilik, Osmanlı'nın kurulması aşamasında da önemli roller oynamıştırçinde bulunduğumuz çağ, sivil toplum örgütlerinin toplum hayatında çok aktif hale geldiği bir dönemdir. Modern devletler toplum hayatının şekillendirilmesinde sivil örgütlerin önemini kavramış ve görevlerinin büyük bir kısmını adı geçen örgütlere devretme eğilimine girmişlerdir.
Ahîliğin ortaya çıkışını ve Anadolu'da yayılışını kavrayabilmek için, Türklerin, İslâm'ı din
olarak benimseme zamanına ve kabul yerleri olan Azerbaycan, Horasan ve Maveraünnehir bölgelerine bakmak gerekir.
751 yılında Çinlilerle İslâm orduları arasında yapılan Talas savaşından sonra, İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Türklerin, İslâm dinini kabul etmelerinde; önceki inançlarının bu dine yakın olması, yayılmayı kolaylaştırmıştır. O dönemlerde ortaya çıkan tasavvuf akımlarındaki "cihat" bilinci, İslam'ın Türkler arasında yayılmasını hızlandıran bir diğer neden olmuştur. Türler, İslâm'dan önce de savaşçı bir ruha sahiptiler. Yeni din, bunu yok etmediği gibi teşvik etmiştir.
İslâmiyet'ten önce Türkler arasında seçkin kişiler olarak görülen Ozan ve Kam'larla İslâm evliyaları ve dervişleri toplumsal konumları açısından birbirine yakın kişilerdi. Olağanüstü güçlere sahip ve gaipten haber verdileri kabul edilen kamlar ile İslâm evliyaları birbiriyle rahatlıkla kaynaştılar. Bu rahatlığın temelinde, İslâmiyet'in emrettiği cihat ile Türklerin savaşçılık eğilimleri arasındaki güçlü ilişkiydi(1). Türklerin İslâm'dan önceki ahlâk değerleri, onları İslâm'a yaklaştırmaktaydı. İyiliği, doğruluğu öğütleyen bu değerler İslâm'ın güzel ahlâk kurallarına uygundu.
İslâmiyet'in din olarak Türkler tarafından kabul edildiği asırda, sınır boylarını dolduran ribatlar, mücahid dervişlerin faaliyet üsleri olmuşlardır. Bu merkezler, tasavvufun Türkler arasında yayılmasını kolaylaştırmıştır. Yeni yaşayış tarzı, Türk'ün karakterine uygundu. Bu sebeple İslâm'ı benimseyen Türkler, "Derviş-gâzi" kimliğine bürünüyorlardı(2).
İlk müslüman Türk devletlerinin tasavvuf cereyanlarını desteklemeleri ve Derviş-gâziler için tekke, zaviye ve ribat inşa etmeleri, bu yaşantının yaygınlaşmasını kolaylaştırıyordu. Köprülü, bu konuda şunları yazar:
"... Şark İslâm dünyasına yeni bir nizam getiren Selçukîler zamanında yeni ribatların yapıldığını görüyoruz. Eskiden de olduğu gibi, büyük ve zengin ribatlar, bilhassa hükümdarlar, prensler, büyük devlet adamları, büyük tacirler tarafından yaptırılıp vakfediliyor ve masraflarını karşılamak üzere ehemmiyetli emlâk ve arazi tahsis olunuyordu.(3)"
Türk devletlerinin tekke, zaviye ve ribatları benimsemelerinin, bunların sayılarının hızla artmasına dayanak oluşturduğu söylenebilir. Devletin desteğiyle gelişen ve çeşitli isimlerle anılan bu kurumlar, başıboş bırakılmamış; devletin denetimi ve kontrolü altına alınmışlardır. Tekke, zaviye ve ribatlar devletin gösterdiği doğrultuda faaliyet göstermişlerdir. Bu merkezler zamanla devlet için sosyal yardım, imar faaliyetleri ve askerî üsler rolünü oynar duruma gelmişlerdir. Birer kültür ve eğitim yuvası olarak devletin genel amacına hizmet etmişlerdir(4).
Ahmet Yesevî gibi mutasavvıfların fikirlerini Türkçe ile ifade etmeleriyle Ahi birlikleri, büsbütün kuvvetlenmiş ve kitleleri harekete geçirecek güce erişmişlerdir.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.